Vatan (27.01.2008) "LEVENT KIRCA: İKTİDARIN ETKİSİNDE KALIP..."
"Kırca ‘Kürt olmamama rağmen Kürtçe dilinin yaygınlaşmasından yanayım. Bunlar bizim kültür zenginliklerimizdir. Aynur Doğan ve Ahmet Kaya’yı dinlerim. Yılmaz Erdoğan öğrencim. Aşık Mahsuni, Cem Karaca, ve Yılmaz Güney çok saygı duyduğum sanatçılardı’ dedi."
Roll (Aralık 2007) – "DERYA BENGİ'nin AHMET TULGAR İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİ"
"Soru: Bir taraftan halk türküleri hepten unutuldu veya farklı biçimlerde tüketilmeye başlandı. Ama diğer taraftan esas sorun, bugünkü hayatı kavrayacak, toplumsal dertleri olan yeni türkülerin, yeni şarkıların yokluğu. Ahmet Kaya, Türkiye’de bunu yapıp kitleselleşebilen son kişiydi. Sence Bruce Springsteen’le benzer tarafları yok mu?
Ahmet Kaya’nın Bruce Springsteen’e en çok benzeyen tarafı bir atmosfer oluşturan hikâyeler anlatıyor olması. Suç atmosferinde de benzerlik var. Ahmet Kaya’nın aşk şarkıları şöyledir: İki sevgili sevişir, ama evi her an polis basabilir, erkeği ya da kadını diğerinden koparıp götürebilir. Bruce Springsteen şarkılarında da hayata sürekli suçun gölgesi düşer… Ahmet Kaya kitleselleşti, çünkü 12 Eylül karanlığı sadece solun üzerine çökmekle kalmadı, herkesi kapladı, parklarda el ele tutuşan insanları da topluyorlardı. Politikayla direkt ilgilenmeyen insanlar sandılar ki, bu karanlık yanlarından akıp geçecek. Ama aslında bu ruh durumu bütün toplumu etkiliyordu. Ahmet Kaya tam o döneme çok denk düştü. Normalde sol içinde kapalı devre kalması gerekirken, herkes sevdi Ahmet Kaya’yı.
Soru: Annelerin sol hareketteki yerinden bahsetmiştin. Hemen Ahmet Kaya geliyor akla: “Metris’in önü kahveler, kahvede can annem bekler”.
1986 yılıydı, cezaevinde ilk defa anneler gününde açık görüş yapılacaktı. Önce bizi avluya aldılar, tek tek, ayrı ayrı masalara oturttular. Hepimiz bekliyoruz. Birazdan kapı açıldı ve annelerimiz girmeye başladı. Üç basamaklık bir merdivenden inerek yanımıza gelecekler. Hepsinin yüzü sapsarı ve merdiveni inen küt diye düşüp bayılıyor. Benimki biraz sağlam bir kadındır, bayılmadı, yanıma geldi. Şunu çok net hatırlıyorum: O kadar küçüktü ki. Annem normal boyda bir kadındır. Ama o kapıdan giren bütün anneler küçücük, şu kadarcık gibi geliyordu bana. O güne kadar bizim gördüğümüz şiddeti, baskıyı düşünüyorsun. Ve o kadın sana sarıldığı anda, bir anda hiç kötü bir şey başına gelemezmiş gibi hissediyorsun. Bu küçücük kadın öyle bir zırha dönüşüyor ki, yedi düvel gelse bana bir şey yapamaz diyorsun. Sonra konuşurken bileğinde bir mühür fark ettim. Benimki böyle şeyleri anlatır, ama annelerin çoğu çocuklarına anlatmamış. O yaşlı kadınları kadın polisler çırılçıplak soymuşlar, kontrol etmişler, kontrol edilenlerin bileklerine mühür basıp içeri almışlar. Kadınlar o yüzden düşüp bayılıyormuş… Arjantin’de, Şili’de, bizde meydanlarda kayıp çocuklarının hesabını soranlar işte bu kadınlar… Evet, Ahmet Kaya’da anne imgesi çok güçlüdür. Bruce Springsteen’de de öyle. Şarkılarda hep annelerinden, evlerinden uzak düşen, geriye dönüşsüz bir yolculuğa çıkan insanlar var. Dışarıdaysa kapitalizmin acımasızlığı… Bruce Springsteen bunu çok iyi anlatır. Ahmet Kaya’da ise ciddi bir kapitalizm eleştirisi yoktur bence.
Sabah (25.12.2007) ERDAL ŞAFAK - "SÜRGÜN..."
"Bizim için 'Hoşgörülü', 'Farklı görüşlere saygılı' derler ya; inanmayın. Bu topraklar değil ayrık otlarına, farklı kokulardaki çiçeklere bile tahammül edemedi, edemiyor.
Bu toplum kendi içinden çıkan farklı seslere, farklı nefeslere bile dayanamadı.
Mithat Paşa'yı Taif'teki sürgünde boğdurdu. Refik Halit Karay'ı on yıllar boyunca sınırın hemen öte yakasında ağlattı. Vatan şairi Namık Kemal'i Magosa zindanlarında çürüttü. Hangi birini sayalım?
Gurbette kahrından kansere yakalanan Yılmaz Güney'i mi? Şimdi Paris'te PereLachaise mezarlığında yatıyor.
"Yeni kasetimde Kürtçe parça okuyacağım" dediği için linç ettiğimiz, can güvenliği için Fransa'ya kaçmak zorunda bıraktığımız, son zamanların en muhteşem sesi Ahmet Kaya'yı mı? O da PereLachaise mezarlığında. Ve oradan bize "Hepinizin gurbetindeyim şimdi" diye sesleniyor. "
Birgün (25.12.2007) ERKAN DOĞANAY - "GÜLERYÜZ İLE BİR GÜN..."
"Mehmet Güleryüz'ün bazı kesimler ve sanat camiasmca pek sevilmediğini onu yakından tanıyanlar bilirler. Hatırlarsanız, Aziz Nesin de pek sevilmezdi, uzun uzadıya ölçüp biçip elde ettiği yüzdenin azımsanmayacak bir oranı tarafından. Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Sabahattin Ali ve diğerleri... İşte bu noktada "sanatla ilgilenen de mi bir sorun var yoksa sanatı izleyenlerde mi" diye bir soruyu kendi kendinize yönelttiğinizde, belki de bir tek atasözünü anımsamanız bile cevap olarak karşılayabilir dayatılan andavallığa; "Bu ülkede her daim doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" Bu yüzden doğruları mihver edineni, yanlışlıkları yüze vuranı, aynaları bile pek sevmezler."
Zaman (22.12.2007) M. NEDİM HAZAR - "İDEOLOJİ, SANATIN KATİLİDİR"
"Bu satırları, Fazıl Say'ı çok fazla önemsediğimden ya da ona karşı kin ve nefretle dolu olduğum için yazmıyorum. Bu konudaki samimi fikrimi bir önceki yazımda belirtmiştim. Bence bir sıkıntı var; ama teşhis yanlış olduğu için tedavi de yanlış yerde aranıyor, ki bu bizim konumuz değil.
Madem sanatçı dedik, Ahmet Kaya'yı ele alalım mesela! Yaptığı müziği, ideolojik duruşunu, şarkılarına sinen buram buram ırkçılığı... Ancak hakkını da verelim: Özgürlük için, kendisi dışındakiler için de arzuladığı huzur ve mutluluk için mücadele eden bir sanatçı oluşunu. Azgın bir azınlığın tam orta yerine düştüğü anda yuhalanışını, çatal/kaşık saldırısına uğrayışını, ülkeden kovuluşunu... Bu da yetmezmiş gibi yurtdışında dahi peşinden koşup fotomontajlar ile manşetten çakan medyayı...
Aynı medya canım! Bugün Fazıl Say'a Beethoven muamelesi yapıp, eldeki kumaştan 'En kahraman Rıdvan' çıkarmaya çalışan Andıç medyası ve yerli Pravda!"
Star (20.12.2007) MUSTAFA HOŞ - "KOMüNiST ISTAKOZ YİYEBİLİR Mİ?"
"70'li yıllar olsa komünistin ıstakoz yemesi halt yemesi ile eşdeğer tutulabilirdi. Zamanın ekonomik koşulları, sert komünist iklim falan filan. Heyhat gel gör ki ıstakoz aslında bir simge, şekilcilik, dediğimi yap, yaptığımı yapma gerzekliği. Hayattan haz almamayı solculuk sanıp bir ikiyüzlülük göstergesi. Kafama göre bir liste yapacağım. Kimler gizlice ıstakoz yiyip soğanın cücüğü ile poz verir, kimler fetiş hale getirmeden ıstakoz yiyebilir ama komünist olabilir...
Istakoz yiyebilecekler: Can Yücel, Ahmet Kaya, Ernesto Che Guevara, Murat Belge, Cem Karaca, Vedat Türkali, Mina Urgan.
Soğanın cücüğü ile poz verecekler: Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Haydar Kutlu, Nikita Kuruscev."
Sabah'la Günaydın (17.12.2007) ŞİRİN SEVER - "KALAN SAĞLAR BİZİMDİR!"
"Ya sev ya terk et! Bu ülke ya da bu ülkenin insanları ya da iktidarları kendi insanına hep aynı muameleyi yapıyor.
Seçim şansı bırakmıyor, saygı duymuyor, 'beğenmiyorsan çek git, işine gelirse' diyor, 'eleştirme, kusur bulma, benim kurallarımla yaşa' raconu kesiyor. Eleştirmeye, iyileştirmeye, geliştirmeye kalkıştın mı 'vay vatan haini seni' diye mimliyor! Sana yaşam şansı bırakmıyor, ülkeyi terk etme noktasına getiriyor. Türkiye demokrasisini 'gelişmemiş bir demokrasi' yapan da bu değil mi zaten? İşte son bomba! Ünlü piyanist Fazıl Say'ın "İslamcılar güç kazandı, Türkiye'yi terk edebilirim" sözleri günlerdir tartışılıyor. İktidarın kendisine ve müzik sanatına dostça davranmadığını, ülkeyi terk etme noktasına getirildiğini söylüyor Say.
Bu tartışmaları okurken aynı filmi tekrar tekrar izlediğimi düşünüyorum. Düşünsenize, nedenleri farklı farklı da olsa kimler gitmedi ki bu ülkeden; kimler gitmek zorunda kalmadı ki? İlk anda aklıma gelen liste bile yeterince ayıplı ve acıklı... 50'li yıllarda bu ülke Nazım Hikmet'i kaçırdı. 70'lerde Cem Karaca'lar... 80'lerin başında Yılmaz Güney, Kürt yazar Mehmed Uzun... 90'larda Ahmet Kaya... 2000'lere geldik.... AB yolundaki Türkiye'de çok şey değişti ama bu ülkenin sanatçılarına, edebiyatçılarına reva gördüğü tavır kesinlikle yolundan sapmadı! Orhan Pamuk mesela... Söylediği sözler nedeniyle sessizce; adını 'terk etmek' olarak koymasa da, gitmedi mi? Elif Şafak, roman kahramanının söyledikleri yüzünden yargılanıp, mahkeme kapılarında gitmesi için teşvik edilmedi mi?
İlle de siyasal görüş şart değil; aşk yüzünden terk edenleri de gördü bu ülke! Magazin dünyasının ünlülerini de canından bezdirdik... Evli yönetmeniyle aşk yaşadığı için Sanem Çelik'e yaşam şansı vermedik. O da Türkiye'ye terk etti; uzun bir süre de geri dönmeyi düşünmüyor.
İşin komik yanı, bu durum o kadar içimize işlemiş ki 'her şeye rağmen' gitmeyeni ise biz teşvik ediyoruz! Hülya Avşar'ın, programında, doping yapmakla suçlanan ve kıyasıya eleştirilen milli atletimiz Süreyya Ayhan'a verdiği öğüdü duymadınız mı? "Yerinde olsam, Türk vatandaşlığından bile çıkardım. Masaya yumruğunuzu vurun. Bu devlet size ne veriyor, neden korkuyorsunuz?" Özetle... Kalan sağlar bizimdir!"
Hürriyet (16.12.2007) AHMET HAKAN - "GİDENLERİN TÜRKÜSÜ"
"Fazıl Say'ın 'Çekip gideceğim bu memleketten' şeklindeki çıkışı gündemde. Bense 'Bu gitme işine bir de şarkı gerekir' diye düşünmeye başladım. Benim açımdan gitme eyleminin en mükemmel şarkısı Ahmet Kaya'nın, Enver Gökçe'nin bir şiirinden bestelediği şarkıdır. Hadi gelin şarkının sözlerini anımsayalım: "Gayri gider oldum kardaşlar / Ve de kızkardaşlar / Gayri haram bu can bana / Bu toprak damlar bu yollar bana / Bu sevdalar bu ağaçlar haram bana..."
Birgün (15.12.2007) "POLİS ÖZEL ALANI ÇOK SEVDİ"
"Bir süre önce Birgün'de ilk kez yayınlanan Diyarbakır ilçelerinde Polisin yaptığı ve öğrencilere ailelerinin politik yönelimlerinin de sorulduğu formlar doldurtulan konferanslar kent merkezindeki okullarda da düzenlenmeye başladı. 13 Aralık'ta Diyarbakır Anadolu Lisesi'nde "Sağlık Konferansı" adıyla yapılan ama Polislerin düzenlediği etkinlikte soru sormalarına izin verilmediğini anlatan öğrenciler, "Bize Türkiye'de demokrasi ve özgürlüğün olduğunu söylediler. Bir arkadaşımız da, 'Özgürlük var diyorsunuz ama biz Ahmet Kaya'nın parçalarını okulda dinlediğimiz için, Polis idarecileri uyarıyor. İzin vermiyorsunuz' dedi. Polis ise 'Hayır yok öyle bir şey. Kaya, terör örgütü bayrağı altına konserler verdi' şeklinde cevap verdi."